251, 259, 254 son üç günün ölüm rakamları. Her gün hayata gözlerini yuman vatandaşlarımızı rakamlarla ifade ediyoruz. Ölenlerin büyük bir çoğunun kim olduğunu, hayallerini ve umutlarını bilmiyoruz.
Türkiye’de corona virüsü nedeniyle ilk ölümü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, kameralar karşısında 17 Mart’ta açıkladı. 17 Mart’tan bugüne 19 bin 115 vatandaşımızı kaybettik. Günlük vefat rakamlarını artık 200’lerle ifade ediyoruz.
17 Ağustos 1999 depreminde, 17 bin 480 vatandaşımızı kaybettik. O depremde 23 bin 781 vatandaşımız yaralandı, 505 vatandaşımız da engelli oldu. Aklımızdan atamadığımız ve hala binlercemizin hayatını yakından etkileyen bir felaket…
Bir milletin bağımsızlık mücadelesi, Kurtuluş Savaşı… Bağımsızlık için verdiğimiz savaşta resmi kayıtlara göre 9167* Mehmetçiğimizi şehit verdik (ve sayısız sivil kayıp). Hiçbirimizin unutamayacağı ve nesilden nesle aktarılacak destansı bir savaş.
Şimdi de hem millet olarak hem de dünya olarak corona virüsüne karşı bağımsızlık mücadelesi veriyoruz. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızı her gün rakamlarla ifade edip bir sonraki günü bekliyoruz. Ertesi gün için aklımızda “Acaba yarın kaç kişi vefat edecek? Acaba yarın vaka sayıları ne kadar olacak?” sorularıyla.
Çoğu zaman yüzlerle ifade ettiğimiz bu rakamların birer hayat olduğunu, yakınlarından uzakta tek başlarına son nefeslerini verdiğini unutuyoruz. Geride neler bıraktıklarını, nasıl bir yaşam sürdüklerini bilmiyoruz. Şimdi size hayatlarının baharında iki tane genç insanın Covid-19’a nasıl yenildiğini onları çok seven yakınlarının gözünden anlatacağız. Unutmayalım, bu salgın ciddi ve bizi koruyacak tek şey kurallara sıkı sıkıya uymak.
“BİZ BUNUN İÇİN BÜYÜMEDİK”
Ceylan Sever, yıllardır birlikte büyüdüğü kuzenini birkaç gün gibi kısa bir sürede bu amansız hastalığa kurban verdi. Kendi söylemiyle, ‘bedenine bir su dahi dökemedi’. Sever, yaşadıklarını bizler için anlattı:
Kuzenim Uğurcan Demir, 27 yaşında genç bir mimar aynı zamanda Ataşehir Belediyesi Meclis Üyesiydi. Kız arkadaşı ile üniversitede tanışmışlardı ve kız okulu bitirince evleneceklerdi. Yaşına rağmen herkesin fikirlerine saygı duyduğu biriydi, beraber büyüdük kardeş gibiydik. Hastalığı mart sonu nisan başı gibi kaptı.
Bir gün Uğurcan’ın abisini aradım. Abisi “Ceylan çok kötü bir şey oldu” diyerek telefonu açtı. Ne olduğunu sorduğumda “Uğurcan hastalandı.” dedi. O zamanlar bilmediğimiz bir hastalık Türkiye’ye yeni gelmiş, bütün her yer kapalıydı ve yasakların olduğu bir dönemdi. Bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Önce normal tepki vermeye çalıştım.
İMMÜN PLAZMA NAKLİ DEDİLER
Benim aradığım gün Uğurcan’ın yoğun bakıma alındığı günmüş. Ben öğrendiğimde bile başkalarından saklamaya çalışıyorlardı. O dönemde immun plazma aradık, onun bile ne sonuç vereceği belli değildi. Kök hücre nakli denediler, immun plazma naklini denediler. (Sağlık Bakanlığı yardımcı oldu da bulduk) Ondan sonra da entübe ettiler. Duyduğumda dünyam başıma yıkıldı. Apartmanın en üst katında oturuyoruz verdiğimiz vefat haberinde verdiğim şiddetli tepkiden en alt katta oturan komşu gelip ne olduğunu sordu.
AİLESİNE SÖYLEMEDİ
Balıkesir’deki ailesi Uğurcan’ı aradığında çocuk bir şey olmadığını söylemiş ancak çok ağır geçiriyormuş. Yoğun bakıma kaldırılınca ailesi de İstanbul’a geldi. Uğurcan’ın yaşadığı evde kalamadılar. Yakınlarının direkt hastaneyi gören bir evinde kaldılar. Biz o süreçte hiç destek olamadık hiç sarılamadık.
‘KÖTÜ BİR RÜYA GÖRDÜM VE HASTANEYE GELDİM’
O sıralar ne yazık ki sadece telefonda konuşabiliyorduk. Kök hücre nakli yapılırken abisini aradım “Ben hastanedeyim” dedi. Ne yaptığını sorduğumda, “Kötü bir rüya gördüm burada olmak ve Uğurcan’ın burada olduğumu hissetmesini istedim” cevabını verdi. Kız arkadaşıyla konuştuk, o da bayağı uzun uzun anlattı Uğurcan’ın nasıl hastalandığını.
ÖLÜMÜN ÜZERİNDEN İKİ SAAT GEÇİNCE BENİ ARADILAR
İş yerinde mesaimin ardından servise bineceğim sırada önce yengem aradı, sonra Uğurcan’ın kız arkadaşının aradığını görünce şüphelendim.
Beni aradıklarında vefatının üzerinden iki saat geçmiş ama kimse bana nasıl söyleyeceğini bilemediği için beklemişler. Kız arkadaşı aradığında telefonu açtım, onu arayanların olduğunu ve Uğurcan’ın öldüğünü söylediklerini iletti ve “Uğurcan ölmüş olamaz.” dedi. “Sakin ol!” deyip teskin ettim.
Taziye evine gittik. Corona virüsü vefatının gerçekleştiği bir evde herkesin corona olmamaya çalışması gibi bir durum vardı. Hastaneye gittim, cenazenin çıktığını söylediler. Her şeyin yalan olduğunu, ölmüş olamayacağını, “Uğurcan’ı kaçırdılar.” gibi düşüncelere kapılmaya başladım.
ANNESİ BENİ TESELLİ ETMEYE BAŞLADI
Halam sürekli bana bakıyor. Bizimkiler “Ceylan şokta.” diyorlar. Halam yani Uğurcan’ın annesi beni “Bir şey yok halacığım” diyerek teselli ediyor. Ağlayan herkesi gördüğümde sürekli neden ağladıklarını soruyordum. O dönemde Covid-19’dan vefat edenlerin defin işlemini hemen gerçekleştiriyorlardı. Vefatından çok kısa bir süre sonra defnedildi.
Eve gittiğimde hala ağlayamamıştım. O süreçte kendi kendine “Biz bunun için büyümedik.” diyorsun. Dünyayı bulutlar sarıyor ve insanlar ölüyor, ölen insanlardan biri de senin kardeşin oluyor. Bu duruma inanamıyorsun. Trafik kazaları çok anidir ama ona bile bir anlam verebiliyorsunuz çünkü bir insana demir parçası çarparsa ölme ihtimali var ve ölebilir. Ama bu nedenle nasıl ölebilir?
“Hani gençlere bir şey olmuyordu?” diyorsun. Uğurcan’ın hiç kronik rahatsızlığı da yoktu. Uğurcan tedavi esnasında iki defa kalp krizi geçirmiş. Çok daha ağır seviyedeki insanlar iyileşirken Uğurcan nasıl iyileşemedi? Uğurcan, İstanbul’da bu kadar genç yaşta vefat eden ilk kişi olmuştu. Biz evimizin, ailemizin en değerli çocuğunu kaybettik.
Ben kendimi de kenara koyuyorum. Bizim aramızda en değerlimizdi. Birbirimize sarılamadık. Uğurcan’ın bedenine bir su dökemedik. Eğer bir yakınınız öldüyse onun o halini görmedikçe öldüğüne inanamıyorsunuz. Evet belki aklınızda en son hali kalıyor ama bir gün bir yerden çıkacakmış gibi hissediyorsunuz. Cenaze sonrasında ne birbirimize sarılabildik ne de birbirimize yaklaşabildik. Hepimiz ayrı yerlere dağıldık.
UĞURCAN’IN GELECEK PLANLARI
İlk gün hepimiz bir arada olduğumuz için hepimiz kendimizi karantinaya aldık. Birbirimize destek olamadık, birbirimizin göz yaşını silemedik. Bir arada ağlayıp, Uğurcan’a ağıtlar yakamadık. Uğurcan için hepimiz yasımızı ayrı ayrı yaşadık, birbirimize kenetlenemedik. Uğurcan’la ben hep şakalaşırdım “Sıra bende önce ben evleneceğim.” diye.
Ben ondan dört ay büyüğüm. En son nişanıma geldi, düğünüme de gelecekti. Kız arkadaşıyla hayalleri vardı. Kariyerinde hayalleri vardı. Daha 27 yaşındaydı, daha çok gençti. İşini kurmuştu, ofisini açmıştı. Meclis üyeliğine devam ediyordu. Sabahlara kadar çalışırdı. Tek isteği kız arkadaşıyla bir mimarlık ofisi açmaktı.
Bağlama çalardı. Uğurcan’la hep bir hayalimiz vardı. Benim düğünümde kız arkadaşını getirip ailesiyle tanıştıracaktı. Ben eşimle dans ederken, Uğurcan ve abisi bir kenarda beni izleyeceklerdi. Bizim ailemizin erkekleri onlar olduğundan herkesi onlar karşılayacaktı. Hiçbiri olmadı. Ne Uğurcan düğünümdeydi ne de abisi. Bütün hayallerimiz yarım kaldı. Sürekli okulda aldığımız belgeleri yarıştırırdık. Uğurcan’la isim şehir oynardık ve beni hep yenerdi. Bir gün isim şehir oynarken ‘Z’ harfine geldik. Ünlülerden Zülfü Livaneli’yi yazdı. Ben de daha küçük olduğumuz için tanımadığımdan itiraz ettim. Bana kasetten Zülfü Livaneli’nin türkülerini dinletti. Uğurcan’ı kaybettik. Şimdi Zülfü Livaneli’nin “Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor” türküsünü dinleyerek ağlıyorum.
ON GÜNDE BİR ÇOCUK BABASIZ KALDI
Baran Aytan, 31 yaşındaki yakınının vefat haberini gece saat 3’te aldı. Birkaç saat içerisinde beraber büyüdüğü dayısının oğlunu toprağa vermişti… Anlatıyor:
Gökhan Yüce, benim dayımın oğluydu. 31 yaşında, evli ve 1 çocuk babasıydı. 27 Mart gecesi Gökhan’ın vefat ettiği haberini aldım. Daha bir hafta önce kızının 1. Yaş gününü kutlamıştı.
İlk başta durumu çok önemsemeden hastaneye kulak ağrısı şikayetiyle gitmiş. Yurt dışına çıkıp çıkmadığını sorup eve göndermişler. Evde bir hafta ateşli bir şekilde yattı ve sonrasında direkt yoğun bakıma alıyorlar, yoğun bakımın üçüncü gününde vefat etti. On gün içerisinde ellerimizin arasından kayıp gitti.
KIZI YETİM KALDI
Bir anda böyle bir bela çıktı ve çocukluğunu beraber geçirdiğin dayının oğlu daha bir yaşındaki kızını yetim bırakıp vefat etti. Çaresizce beklemekten başka hiçbir şey gelmedi elimizden. Bu süreçte babası da coronaya yakalandı. Gökhan’dan bir gün sonra babasını yoğun bakıma yatırdık. Dayıma Gökhan’ın vefat ettiğini on beş gün sonra hastaneden çıktığı zaman söyleyebildik. Dayım ölümden döndüğüne mi sevinsin, oğlunun öldüğüne mi üzülsün…
ANNESİ EVDE KIZINA BAKARKEN…
Gökhan vefat ettikten sonra yalnızca iki kişi defnedebildik. Ne annesi ne eşi ne kızı ne de başka bir yakını cenazesine gelebildi. Gökhan’ın annesine de vefat haberini hemen veremedik. Biz defin işlemleriyle ilgilenirken o da Gökhan’ın bir yaşındaki kızına bakıyordu.
Gökhan’ın eşinde de Covid-19 bulguları tespit edildi. Gökhan vefat ettiğinde eşi de hastanede yatıyordu. Ona da o süreçte hemen söyleyemedik. On gün içerisinde bir eş kocasız, bir çocuk babasız kaldı. Ortada çok ciddi bir hastalık var. Dünya genelinde bir hastalık. Genç ve yaşlı ayırt etmiyor. 31 yaşında en yakınını kaybetmiş biri olarak söylüyorum: Herkesin çok dikkatli olması gerekiyor. Lütfen önlemlere dikkat edin!
*KOPAR, Metin., 2017., İstiklal Harbi Sıhhî Raporu (1920-1923)., Uluslararası Sosyal ve Eğitim Bilimleri Dergisi., Cilt 4, No 8.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.